Özgeçmiş: Ebu Sait Muhammed el-Hadimî, XVIII. asırda yaşamış mütefekkir, mutasavvıf, din âlimi, şair, edip ve aynı zamanda büyük bir hukukçudur. Hadimî’nin ataları Buhara’dan Anadolu’ya göçüp, 1112’de bugün Taşkent’in Avşar kasabası hudutları içinde bulunan Karacasadık mevkiine gelip yerleşmişler ve Hadim’e göçünceye kadar, uzun bir süre burada yaşamışlardır.
Biyografik kaynaklarda Hadimî’nin soyağacı altı nesil geriye doğru giderek verilmektedir. Bu soyağacında Hadimî’nin baba ceddi şöyle sıralanmaktadır: Bedreddin, Hüsameddin, Hüseyin, Abdurrahman, Osman (Hadimî’nin dedesi) ve babası Fahrürrum Kara Hacı Mustafa Efendi.
Ebu Sait Muhammed el-Hadimî 1113/1701-02 yılında Hadim’de doğdu. Hadimli olmasından dolayı “Hâdimî” diye anılan Ebu Sait Muhammed, küçük yaşta babası Mustafa Efendi’den ders almaya başlayarak on yaşında hafız oldu. Babasının Hadim’de kurduğu medresede Arapça, Farsça, gramer, hadis, akait ve felsefe usulü gibi dersleri gördükten sonra, ilk icazetini babasından aldı. Yine babasının huzurunda Nakşibendiye tarikatına intisap ederek tasavvuf eğitimi alarak Bâtıni hakikatleri keşfetti.
Hadimî, 1712 yılında Konya’ya gelerek Karatay Medresesinde belagat ve mantık gibi dersler aldığı devrin büyük âlimlerinden İbrahim Efendi’nin önünde beş yıl okudu. Konya’daki tahsilini tamamladıktan sonra hocası İbrahim Efendi, bir gün Hadimî’yi çağırarak şöyle der: “Oğlum Mehmet, beş yıldan beri benim medresemdesin, benden alacağını aldın. Artık benim sana verecek hiçbir dersim kalmadı. Konya’da sana ders verecek başka birini de tanımıyorum. Şimdi senin yapacağın bir şey var. Konya’yı terk edip İstanbul’a gitmek... Orada müderris Kazabadi Ahmet Efendi’yi bul ve imtihanını ver. Seni benden sonra ancak o talebe olarak kabul edebilir”.
Hocasının bu tavsiyesi üzerine Hadimî, Konya’dan ayrılıp memleketi Hadim’e döndü ve muhtemelen bu tarihlerde, babasıyla beraber bir medrese kurdu. Ancak burada tedrise başlayıp başlamadığı, burada ne kadar kaldığı bilinmemektedir. Bu arada Hadimî hocası İbrahim Efendi’nin kendisine söylediklerini babasına anlattı. Babası da onun Kazabadi Ahmet Efendi’de okumasını uygun buldu. Bunun üzerine Hadimî İstanbul’a giderek, Kazabadi Ahmet Efendi’nin medresesinde öğrenimine devem etti. Hadimî, Kazabadi’den klasik medrese sistemine bağlı müfredat programlarında okutulan ulûm-ı âliye ve ulum-ı diniye olarak ifade edilen yüksek din eğitiminin esaslarını oluşturan dinî ilimleri okudu. Bunlar arasında kelam, fıkıh, tefsir ve hadis gibi dersler yer almaktadır.
İstanbul’da, 1717-1725 yılları arasında, sekiz yıl öğrenim gördükten sonra, Kazabadi Ahmet Efendi’den icazetini alarak tahsilini tamamladı. Aldığı bu icazetle ilmiye teşkilatına girip, hiyerarşik bir yükselişle yüksek makamlara gelebilirdi. Ancak o, İstanbul’da kalmayarak dört katır yükü kitapla memleketi Hadim’e geri döndü.
Hadimî, 1725’te memleketine döndükten sonra babası ile birlikte kurdukları medreseye müderris oldu. Hadimî, Evasıt-ı Cemaziyelahir 1137/25 Şubat-6 Mart 1726 tarihinde Bolay, Emrud ve Alani mezralarının öşürlerinin mutasarrıfı olan Mahmut adlı kişinin vefatı üzerine, Hadim Medresesinde ders vermek şartıyla, “mezra’adâr” tayin edildi. Yine 29 Zilhicce 1137/8 Eylül 1725 tarihinde, Mahmut Efendi’nin vefatından dolayı, kendisine Karacahisar mezrasının da mezraadarlığı verildi. Böylece Hadimî, 1725 yılında aldığı müderrislik vazifesini vefat ettiği 1762 yılına kadar sürdürdü.
Hadimî, Hadim’e döndükten kısa bir süre sonra da Ermenek’in Böşköy’den Meryem Hanım ile evlendi. Bir yıl sonra da oğlu Sait dünyaya geldi. Oğlunun doğumu sonrası Hadimî, “Ebû Sa’îd Muhammed el-Hâdimî” lakabıyla ün kazandı.
Hadimî’nin babası Fahrürrum Kara Hacı Mustafa Efendi 1147/1734-35’te vefat etti. Kabir taşı kitabesinde şöyle yazılıdır: “Merhûm ve mağfûr Hâdimî Efendi’mizin pederi ve üstâdı Fuhulinden sâhib-i enfâsı kudsiye üstâd-ı kül mürşîd-i ekmel Fahrü’r-Rûm Kara Hacı Mustafa Efendi’mizin rûhuna fâtiha”. (https://islamdusunceatlasi.org)
Hakkında Şahitlikler:
İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Ebu Sait Muhammed el-Hadimî’den şöyle bahsediyor:18. asırda gelen din alimlerinin büyüklerinden olup birçok dini eserlerle tanınmıştır. Ceddi itibarıyla Buhara Türklerindendir. 1701'de Konya'nın Hadim kasabasında doğdu. Babasının adı Mustafa bin Osman'dır.
Hadimi’nin fazl ve kemali İstanbul'da duyulunca İstanbul'a davet olundu. Padişahın da huzuru ile Ayasofya Camii'nde Fatiha suresini tefsir ederek takrir-i ulema tarafından çok takdir edildi. Hakkında büyük hürmet gösterilerek tekrar memleketine döndü. 63 yaşında 1767 Hadim'de vefat etti (Uzunçarşılı,1988:614-615).
Tülay İyimutaf, Ayşe Hümeyra Ökten’den nakille anlatıyor:Şu an Eyüp Sultan Hazretleri'nin yanında medfun Hacı Beşir Ağa'nın yaşadığı bir hikayeyi /kerameti şöyle anlatırdı: Sultan 1.Mahmut o zaman Medine'de Harem muhafızı olarak bulunan Hacı Beşir Ağa'ya “Haremi Şerif'te kaldığın zaman zarfında ilginç bir olay oldu mu?” diye sorar. O da şöyle anlatır: Sultanım Ravza-i Mutahhara'daki Cibril Kapısı bazı geceler seher vakti açılır fakat içeri kimsenin girdiğini görmezdim. Bir defasında kararımı verdim. Her gece sabaha kadar uyanık kalacak, ne pahasına olursa olsun bunun hikmetini öğrenecektim. Epey gün böyle bekledim. Bir gece kapıyı yine açıldı, hemen koştum. İçeride bir zat vardı. Kim olduğunu sordum. Bana “Konya Hadim'den olduğunu, İmam Birgivi Hazretlerinin “Tarikatı Muhammedi” isimli kitabını şerh ettiğini, şüphe ettiği bazı yerleri ise Resulullah’ın kendisinden öğrenmeye geldiğini” söyledi.
Kendisini odama götürdüm, bir müddet kaldıktan sonra benden izin isteyerek ayrıldı.Ben sabah namazından sonra gene odama şeref vermesini rica ettim. Memleketimde imamlık vazifem var. Bana izin ver” dedi ve ayrılıp gitti.Bundan sonra da arada sırada gelirdim. Kendisiyle görüşürdük.
Sultan Mahmut Han olayın doğruluğuna iyice kanaat getirmek için memleketin birçok alimi ile beraber Hadimi Muhammed Efendi'yi de davet eder. Sonra Hacı Beşir Ağayı çağırır. Hacı Beşir Ağa o topluluk içinde Muhammed Hadimi Hazretlerini tanıyarak yanına varıp “Hoş geldiniz efendim” der. Padişah ülkesinde böyle alimler ve veliler olduğu için şükreder (Kuloğlu,2025:129).
Halil İbrahim Şimşek, Muhammed Hâdimî'den şöyle bahsediyor: Ebu Said Muhammed Hâdimî'nin mühründe şu ibareler yazılıdır: "Ey Bâri Hüdâ be-hakkı hesti şeş cüz-i merâ meded firisti iman, emân, ten dürüsti ilim, amel, ferâh desti." Türkçesi şöyledir: "Ey Allah'ım! Varlığın hakkı için şu altı şeyi bana ver: İman, güven, beden sağlığı, ilim, amel ve el bolluğu.(Şimşek,2016:57)
(…..) Muhammed Hâdimî'nin ilim camiası tarafından tanınması ve meşhur olmasında bazı eserlerinin payı büyüktür. Özellikle onun fıkıh alanında geliştirdiği usûl ve bu meyanda yazdığı Mecâmiu'l-Hakâik adlı eseri zikre değerdir.Adı geçen eserde onun ortaya koyduğu görüşlerin ve belirlediği ilkelerin önemli bir kısmı Mecelle hazırlanırken kaynak olarak kullanılmış, hatta maddelerin önemli bir kısmı Hâdimî'nin eserinden aynen alınmıştır. (Şimşek,2016:45)
(….) Pek çok sûfî müellife atıf yaptığını belirttiğimiz Muhammed Hâdimi'nin bir sûfî şahsiyet olmasına rağmen kendinden beş asır önce aynı bölgede yaşamış olan Mevlânâ Celâleddin Muhammed er-Rûmî'ye (ö. 672/1273) eserlerinde isim belirterek veya işaret ederek atıf yaptığı bir ifadesine rastlayamadık. Ancak isim vermeden Risaletü'n-nesâyıh ve'l-vesâyâ adlı eserinde "Sana bazı şeyhlerin vasiyetlerini tavsiye ediyorum...” cümlesiyle başlayarak Mevlânâ'ya atfedilen edilen meşhur yedi öğüdü aktarmıştır.(Şimşek,2016:87)
(….) Muhammed Hâdimî tasavvufun ilk şartının kalbin Allah’ın zâtından gayrı herşeyden (mâsivâu'llah) temizlenmesi, anahtarının ise Allah’ın zikriyle kalbin doldurulması olduğunu ifade eder.Sûfi, Allah’ı ve sıfatlarını bulunduğu hâl üzere bilen, O'nun yolunda giden demektir.Yine ona göre tasavvuf, yerilen ahlâkın her türünden kurtulmak, övülen ve Hz. Peygamber’in sünnetine uygun ahlâka sahip olmaktır.Başka bir değişle o, toplulukta kalbini zikir halinde bulundurmak ve sünnete ittiba ile amel etmektir. Bu vesileyle kişi nefsini terbiye ederek kalbini kötülüklerden arındırır ve iyiliklerle kendini bezendirir.
Muhammed Hâdimî, bazılarının şaşkınlaşarak utanç içine düşüp sözlerini hezeyanlarla karıştırabileceğine işaret eder. Onlar, batıl ve haddi aşan şeylerden konuşup söz konusu edilen türden yaldızlı laflar etmeğe başlarlar. Hakikate yönelenlerin bahsi geçen türden kişilere ve sözlerine itibar etmemeleri gerekir.(Şimşek,2016:103)
(….) Muhammed Hâdimi ilk dönem sufîlerinden Bayezid el-Bistamî'den bazı sözleri naklederek kerâmetlerin nasıl algılanması gerektiğini ortaya koyar:
Bir gün Bayezid'e denildi ki:— Falan kimse bir gecede yürüyerek Mekke'ye gitti.
O şöyle cevapladı:Allah’ın lanetlediği Şeytan da bir anda doğudan batıya yürür.
Denildi ki: Falan kimse havada uçuyor.
O cevapladı:Sinek de aynı şeyi yapıyor.
Denildi ki:Falan kimse su üzerinde yürüyor.
O cevapladı:Balık da aynı şeyi yapıyor.
Bu sebeple mürşitler müritlerini açık olan kerametlere meyletmekten koruyarak onlara hakkı istemelerini, nefsin heves ve arzularını terkedip Hakk'a meyletmelerini öğütlemelidirler.(Şimşek,2016:184:185)
(….) 18. Yüzyıl Osmanlı toplumundaki Nakşbendî-müceddidî şeyhlerden Mehmed Emin Tokadi raks ve deverân konusunda karşıt görüşün yanında yer alan Nakşbendîlerin genel yaklaşımının aksine eleştirilen sûfileri savunurkenaynı tarikatın mensubu olan Muhammed Hâdimî bu konuda karşıt tutum sergilemiştir. Onun bu yaklaşımı benimsemesinde iki nedenin etkili olduğu söylenebilir: Birincisi, deverân konusunda karşıtlıklarıyla tanınan Kadızâdeliler geleneğine yakınlığıyla bilinen Ahmed Kazabâdî'nin talebesi olmasıdır. İkincisi ise Hadimî'nin; sûfîlerin bazı konulardaki görüşlerine karşıt tavır geliştirmelerinde Kadızâdeliler'e kaynaklık eden Mehmed Birgivî'nin et-Tarikatü'l-Muhammediyye adlı eserinin şârihi ve ona muhabbet besleyen bir şahıs olmasıdır. Arz edilen her iki neden de raks ve deverân konusundaki medrese geleneği ve genel yaklaşımının Muhammed Hâdimi üzerinde etkili olduğunu göstermektedir.(Şimşek,2016:194:195)
Araştırmacı yazar Av. Serdar Ceylan, Hâdimî Hazretlerinin yaşadığımız coğrafyanın önemli bir şahsiyet ve millî hukukumuz olan Mecelle’nin yazılmasında da katkıları olan önemli bir hukukçu olduğundan dolayı da günümüz genç hukukçularına hâlâ önderlik ettiğini söyledi.
Karabük Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim görevlisi Yrd. Doç. Dr. Yakup Koçyiğit, Hâdimî Hazretlerinin Peygamber soyundan geldiğini ve “Seyyîd” olduğunu vurguladı. Yrd. Doç. Dr. Yakup Koçyiğit, Osmanlı’nın son dönemlerinde kütüphanelerin başına gelenlerden ve kitapların yakılıp yok edilmesinden dolayı Nakib’ul-Eşrâf kayıtlarına ulaşılamadığının altını çizerek Hâdimî medreselerinin 400 odaya ulaştığını, aynı anda bir dönemde 800 kişinin medrese eğitimi gördüğünü ve on binlerce öğrenci yetiştirildiğini ifade etti. (www.hadim.gov.tr)